Zaman = Dünya


               
Dünya adeta koca yaşlı bir balerin. Kendi etrafında saatte 1670 km. hızla dönerken genç gözükmek için hızını arttırıp 108 bin km. hızla da güneşin etrafında dönüyor. Ne büyük Show değil mi?
                Kendi etrafında dönerek bize 24 saat, güneşin etrafında dönerek 365 gün hediye ediyor. İşte tüm insanlığın hayatı bu dansa göre şekil alıyor. Bu yüzden “Show must go on!”

                Büyük patlamadan bu yana milyarlarca yıl geçti (13.8 milyar yıl adamlar hesaplamış…)  ve biz insanoğlu oyuna çok sonra dahil olduk. Bir çok canlı türü daha biz yerimizi almadan tükenmişti bile, kalanlarda biz mağaradan çıkmaya başladıktan sonra yavaş yavaş eksildi.
                Ateşle beraber -o zamanlar ateş zaten doğal yollardan dünya üzerinde gerek yıldırım düşmeleri sonucu gerekse yanardağlardan çıkan lavların sebep olduğu yangınlar sonucu mevcutken bizimkilerin bunu eğilip sigara yakacak kadar kontrol altına almaları Güney Afrika’daki Wonderwerk Cave’de 1.0 Mya’da gerçekleşiyor- “Kayınço etler senden içkiler benden Free Shop’tan on numara rakı aldım.” kültürü de başlamış oldu.

                İnsanlar ateş etrafında toplandılar, yemek yediler, şarkı söylediler (bir rivayete göre Akdeniz Akşamlarının Alt Paleolitik dönemden geldiği söyleniyor) ve küfelik olup gidip zıbardılar. Sabah kalktıklarında hepsi Alka-Seltzer aradı ama henüz o kadar şanslı değillerdi. Yataktan ekşimiş mide ve baş ağrısıyla kalkan Homo “o son doubleyi içmeyecektim” diye hayıflandı. Çalışmadıklarından o gün geç kalkmışlardı ve yan mağarada komşularıyla beraber Brunch yaptılar. 
                 Zengin bir menü yoktu önlerinde. Her sabah aynı şeyleri yemekten sıkılmışlardı ve içlerinden birisi DNA’sındaki Kayserili genlerinin verdiği yetkiye dayanarak “AVM” dedi. Masadakilerin şaşkın bakışları arasından mağaradan çıktı. Deniz kenarında büyükçe bir mağara bulup market yaptı adını da “5M Cave” koydu. Artık tüm Homolar işleri olmasa bile zaman öldürmek için burada toplanıyordu. Ancak bir sorun vardı. Alış karşısında ne vereceklerdi.
                Girişimci Homo marketin önünde denize doğru bakıp bu konu üzerinde düşünürken gözüne sahildeki deniz kabuklarının ne kadar çok olduğu çarpmıştı. Birden “Evreka Evreka” diye bağırarak markete koştu. Kapıldığı heyecanı zor da olsa dizginleyip kimseye söylemeden toplayabildiği kadar kabuğu toplaması gerektiği aklına geldi. Gece herkes uykuya daldığında sahile gitti ve toplayabildiği kadar deniz kabuğu toplayıp yaşadığı mağaraya götürdü. Geçen birkaç saatin sonunda mağara ağzına kadar kabukla dolmuştu. Artık içi rahattı ve uyuyabilirdi.
                Sabah olup mesai başladığında markete gelen insanları geniş bir meydan da toplayarak onlara artık aldıkları ürünler karşısında deniz kabuğu vermeleri gerektiğini söyledi. Homolar bu duruma anlam verememiş olsalar da mecbur oldukları için hep beraber sahile koşup kalan kabukları toplamaya başladılar. O günden sonra Alışveriş deniz kabuklarıyla oldu.
                Ay sonu gelip ellerindeki kabuklar bitince Homolar sıkıntı çekmeye başladı. Alışveriş yapamaz oldular. Bu durumdan memnun olmayan Girişimci Homo mağaranın önünde kara kara düşünüyordu ki aklına yine müthiş bir gelmişti. Elindeki deniz kabukları verecekti ama geriye fazlasıyla almak şartıyla. Gözlerinde deniz kabukları beliren genç girişimcimiz ertesi gün yine aynı meydanda bulduğu çözüm yolunu anlattı. Hep bir ağızdan konuşmaya, sorular sormaya başlayan homoların içlerinden birisi çıkıp bağırdı. “Zeki Müren de bizi görecek mi?”



                Yok yok, bu sahneye daha birkaç milyon yıl var. Çıkıp “kazancımız yok aldığımızı nasıl geri ödeyeceğiz üstüne üstlük fazlasıyla. Bu hiç mantıklı bir çözüm yolu değil. Kabul etmeyeceğiz” dedi.
                 Herkesin isyan etmeye başlaması üzerine Girişimci Homo sakinleştirmek adına hak verdiğini söylemişti. Bu çıkışı yapanın da adını merak edip sordu.
­Adın ne senin?
—Yaşar.
                Adı diğerlerinden farklıydı, asiydi, dik duruşluydu. Bu durum hoşuna gitmişti ve şöyle cevap verdi Yaşar’ın sorusuna “bundan sonra herkese iş imkânı sağlanacak, herkes çalıştığı kadar kazanacak mağarasına ekmek götürecek.” Herkes sevinmeye, alkışlamaya başlamıştı. Bu sırada Girişimci Homo Yaşar’ı yanına çağırdı. Sevdim seni evlat, hakkını arıyor ve savunuyorsun. Seni kendi fabrikamda Ustabaşı olarak işe alıyorum dedi. Yaşar, kendinden emin, teşekkür edip el sıkıştı.
                O gün orada Girişimci Homo bulduğu yeni fikirle beraber “ShellBank” adında bir banka kurdu ve herkes gidip deniz kabuğu çekmeye başlamıştı. Açılışın üzerinden bir ay geçmeden elindeki kabuklar azalan Girişimci Homo telaşa kapıldı ve bankada hesabı olan herkese şunları dedi. “Bankamızdan çektiğiniz ve çalışarak kazandığınız kabukları taşınızın altında saklamayın. Dünyanın binbir türlü hali var, gün gelir çalınır zarara uğrayan siz olursunuz. Gelin elinizdeki kabukları bankaya getirin bende az miktarda bir kabuk karşılığında hepsinin güvenliğini sağlayayım.” Herkes bu teklifi mantıklı bulup kabul etti ve mağaralarında ne kadar kabuk varsa götürüp bankada kendi isimlerine yatırdılar. Artık bizim girişimci de dâhil herkes güvendeydi.            
                Aradan milyonlarca yıl geçti. Mağaradan toplu konutlara geçen bu sürede deniz kabuklarının yerini para aldı. Tekerlek bulundu ayağımız yerden kesildi. Çakmak bulundu mağara önündeki ateş küçülüp cepte taşınır hale geldi. Silahlar bulundu savaşlar başladı, bulunamayan tek şey barış oldu. Elektrik, internet, uzay derken yıl 2019 oldu. Dünya gerçekten çok değişti (Akdeniz Akşamları hala popüler). Değişmeyenler ise Girişimci Homo gibiler oldu. Tabi bunca yıl içinde farklı isim aldılar, şirketler kurdular. Yaşar Usta gibileri filmlere konu oldu. Birçok özel gün icat edildi. İnsanlara mutluluğun para harcayarak geleceği öğretildi. İnternet hem dostumuz hem düşmanımız oldu. Uzay artık aşağı ki mahalle muamelesi görmeye başladı. Oraya gidenler, gelemeyenler oldu.           
                Tüm bunlar olurken bir yandan da bir dizi hastalık çıktı. Milyonlarca insan tedavisi olamadığı için öldü, ölmeye de devam ediyor. Günümüzde birçok hastalığın tedavisi bulundu, uzmanlar sürekli bu konuda çalışıyor fakat küresel bir “sağlık” hedeflenen sonuç kesinlikle değil. Aksi olmuş olsa susuzluk ve açlık savaştan daha çok insan öldürüyor olmazdı. Rakamlar diyor ki “günümüzde 795 milyon insan açlık ve susuzlukla pençeleşiyor.” Aynı rakamlar şunları da söylüyor “yalnızca ‘bir günde’ yapılan askeri amaçlı harcamaların ederi 2,5 milyar $” Sizce hangisi daha barışçıl? Tüm bunları lehe çevirmek için çabalayan bir avuç insan var. Peki çoğunluk nerede?
                Çoğunluğun derdi “başka gezegende hayat var mı?” sorusuna cevap bulmak. Kendi gezegenimizdeki tüm hayatları kurtarmışçasına bir rahatlıkla. Dünyayı biz yok ediyoruz ve bunu unutup süslü kelimelerle –büyük teknolojik gelişmeler, uzay çağı, Mars'a gidiyoruz, Mars’ta su bulduk- normalleştiriyoruz. Aynı su Afrika’da da var. Galon galon su çıktı da biz mi atladık acaba?
Teknolojiyi biz bulduk evet ve Dünyayı kurtarmak için onu yok etmekte kullanıyoruz. Onlarca filmde küresel yok oluşu işleyip bir ton görsel efektle insanlarda sempati oluşturuyorlar. Biz de büyük boy mısırımızı alıp heyecan içinde kendi geleceğimizi kapalı gişe izliyoruz. Adamlar bunu gözümüze soka soka başarıyorlar. Ha bide gözümüze sokamadıklarını cebimize sokup “Dünyayı cebinize sığdırdık” diyorlar. Sonra herkes Dünya kendisinin zannedip ona göre davranıyor. Kimse kimseyi umursamıyor.
Oysa Nazım’ca yaşasak... Ne güzel demiş: “…Bir sincap gibi mesela, yani yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
Sevin, âşık olun, şarkı söyleyin, yollarda çıplak ayak koşun, ıslık çalın… ama yaşayın “duvarın ardındaki dışarıyla” yaşayın. Gidip “zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.”
Dünyada değişim, Dünyanda değişimle mümkün olur. Zorluklar yeni imkânlar yaratmak için iyi bir fırsattır. Elindeki hiçbir şeyin sana yetmediğini anladığın an sorgulamaya ve fazlası için çabalamaya başlayacaksın. İşte o zaman aynada yeni bir sen göreceksin. Hayat sizi,
“Aynı apartmanın aynı katında oturan, her gün aynı semtin aynı sokaklarından geçip, aynı dairenin aynı odasındaki aynı masasında aynı yemekleri yiyen, yemekten sonra aynı dostlarla aynı oyunları oynayıp aynı konuları konuşan” biri haline getirmesin. Tabi sapıtmak istiyorsanız o başka…  
 Zaman sessizdir ve birçok şeyi değiştirir ama dünyayı değiştiren siz olun.


Yorumlar

  1. Müthişti! Gerçekten okumak eylemi daha da anlamlı geldi. Devam etmen dileğiyle.🌿

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle düşünmeniz çok mutlu etti. Çok teşekkür ediyorum. İnşallah paylaşacak daha çok yazı çıkar.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğrenecek Daha Çok Şey Var.

Canlıların Sınıflandırılması