Canlıların Sınıflandırılması



Başlığı okuduktan sonra Biyoloji sevmeyenlerin çıkmasına gerek yok. Çünkü ders anlatır gibi Biyoloji konulu bir yazı değil daha çok yaşamla alakalı biyolojiyle başlayıp daha sonra bunun Sosyo kısmına biraz değineceğim türden bir yazı olacak.        
Öncelikle aramızda eğer gözü yaşlı sözelciler varsa diye kısa bir açıklama yaparak başlamak istiyorum. Biyoloji, canlıların doğma, gelişme, üreme gibi yaşam evrelerini konu edinen bilimdir. Yani kısaca “Canlı Bilimi” diyebiliriz. Biyoloji dalı olarak canlıların sınıflandırılmasına “Taksonomi” denir. Bazı uzmanlara göre 10 milyon kadar farklı organizma türü bulunmaktadır. Bunların içinde, boyu 5 mikron çapında bakteri de mevcut, 100 metreyi geçen sekoya ağaçları da.
Eskiden canlılar sadece bitkiler alemi ve hayvanlar alemi olarak sınıflandırılıyordu. Fakat 16. yüzyılda İngiliz doğa bilimci bir abimiz çıkıp, “bir dakika ya, bunca Tür varken sadece bitkiler ve hayvanlar demek sizce de saçma değil mi beyler?” demiş. Herkes yanındakine dönerek Tür mü? Tür de ne yahu? diye fiskos yaparken, Tür kelimesi ilk olarak bu abiler sayesinde orada kullanılmaya başlanmış. Sonra bu abimiz oturup düşünmüş “tamam bu kadar Tür var dedik demesine ama, şimdi bunların bir sürü akrabası torunu tombalağı var. Yakın akraba olanlara da bir şey demek lazım” deyip Cins kelimesini ortaya atmış ve Bam! “oy birliğiyle kabul edilmiştir.” Tabi bu kabul hemen kulaktan kulağa yayılmış ve İsveçli, çakı gibi bir delikanlı olan botanikçi başka bir abi çıkıp “gelin biz bunları en genişten en dara doğru sınıflandıralım milletin kafa iyice karışmasın” diyerek, hepimizin ortaokulda, lisede, üniversitede en az bir defa görmüş olduğu ters piramidi oluşturmuşlar.






Bu piramide göre şu sonuç çıkıyordu. “Yakın türler bir cinste, yakın cinsler bir familyada, yakın familyalar bir takımda, yakın takımlar bir sınıfta, yakın sınıflar bir şubede, yakın şubeler bir âlemde gruplandırılır.” Bu aşçı bahçıvana, bahçıvan uşağa sıralamasından sonra anlıyoruz ki türden âleme gidildikçe sayı artıyor. Sayı artınca türler arası etkileşim de artıyor. Türler arası etkileşim beraberinde av – avcı ilişkisi doğuruyor. Oradan aslan çıkıyor alem buysa kral benim ulan deyip oturuyor tahtına, gün geliyor yeni rakipler çıkıyor bu defa tür içinde bir “Çiçek Abbas – Şakir” atışması başlıyor. Kazanan tüm sürüyü alıp tahta çıkıyor. Bu hiyerarşik düzen canlılar arasında biz bir müdahalede bulunmadıkça normal seyrinde gidiyor piramidin bir ucundan bir ucuna.
Şimdi yazının başında bu adam bize ders anlatmayacaktı bileydim hiç başlamazdım demeyin çünkü suni bir sınıflandırma bizim sosyal yaşantımızda da var. Hatta çoğu yerlerde daha da vahşi olduğu tartışmasız bir gerçek. Peki bilim, canlıları böyle sınıflandırıyorken, biz insanlar birbirimizi nasıl sınıflandırıyorduk? Cevap tabi ki çok basit.
Para!

"Eldeki para hürriyetin aletidir. Fakat peşi kovalanan para, tam tersine kölelik aletidir."
                                                                                                                 J. J. ROUSSEAU
                                                                                                                            
          İnsanlar, insanlara para için ve para ile maalesef ki birçok şey yaptırabiliyor. Hayat şartları da o insanlara başka bir seçenek bırakmıyor çoğu defa. Dünyanın neresine giderseniz gidin, “Para, Money, Geld, Dinero, Soldi…” söyleniş ve değeri farklılık gösterirken, az ve çok oluşunun insan üzerindeki etkileri aynıdır. Tabi bunları söylerken gerçekten paranın bozmadığı azınlığı bahçede top oynamaya salıyor ve biz dersimizi insanlıktan kalanlara yapmaya devam ediyoruz.

Peki neden? Nedir parayı bu kadar önemli yapan?
A)Sağlayabildikleri.
B)A
C)B
D)C
E)D

Zengin-fakir ayrımında paranın sağlayabildikleri kesinlikle çok acımasız. Jedi’ler için Darth Vader ne ise, insanlar içinde para öyle diyebiliriz.

(Darth Vader kim aga diyenler için. Parayı koymama gerek yoktur sanırım herkes de az da olsa vardır)

Para parayı çeker lafına gerçekten inanıyorum. Yıllar geçtikçe zenginler daha zengin fakirler daha da fakirleşecek. Rakamlarla da destekleyecek olursam. OXFAM verileri, dünyanın en zengin 26 milyarderinin serveti, 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit olduğunu söylüyor. Aynı zamanda “%1 oranındaki bir varlık vergisi ile 418 milyar dolar gelir vergisi sağlanıp bununla da şuan okula gidemeyen tüm çocukların eğitim masrafları ve buna ilave olarak sağlık hizmetlerinin de karşılanabileceği böylelikle 3 milyon ölümün de engellenebileceği” yazıyor. Adamlar zaten nüfusu yarıya indirmeye çalışıyor bir de 3 milyon hayat mı kurtaracaklar. Benimki de laf işte... Bu OXFAM gitmiş birde duyunca iyice delirelim diye şunları araştırmış;
·         2008 krizinden bu yana milyarderlerin sayısı neredeyse iki katına çıkmış. (Neredeyse olması bir nebze rahatlatmadı değil. Tam olsa kaldıramazdım.)
·         A’dan Z’ye aradığımız mutluluk (Amazon)’un yakışıklı sahibi Jeff Bezos servetini biraz daha büyüterek 112 milyar dolara çıkartmış. (Umarım sırrı kel olmakta değildir. Bunun bilinmesi tüm berberler camiasını üzer) Bu devasa servetin sadece %1’i bakın yanlış okumadınız sadece %1’i 105 milyon nüfuslu bir ülke olan Etiyopya’nın yıllık sağlık bütçesine eşit.
·         Dünya da kadınların yaptığı ücretsiz bakım işlerini gidip bir şirkete para ile yaptırsalar bu şirketin yıllık cirosu 10 trilyon dolar olurmuş. (trilyonda kaç sıfır vardı lan diyenler için bir hatırlatma, 12 sıfır var) Bu rakam Apple cirosunun 43 katı büyüklüğünde.
·         Bunlar yetmez gibi bir de erkeklerin toplam servetten aldığı pay kadınlardan %50 daha fazla.
Hepimiz bu suça ortağız. Çünkü arz-talep ilişkisinde talep için deniyor ki “Belirli bir mal için belirli bir piyasada, belirli bir zaman kesitinde ve belirli bir fiyatta ortaya çıkan ve “Satın alma gücü” ile desteklenmiş satın alma isteği” Mala olan talebi belirleyen faktör de “Malın Fiyatı” normalde mal talebi ve fiyatı arasında ters ilişki vardır. Mal fiyatı arttıkça mala olan talep miktarında azalma görülür. O halde satın alma gücümüz (güncel şartlarda) yokken ve aldığımız malların (en somut örneği Apple marka ürünler) fiyatları hiç düşük değilken nasıl oluyor da adeta bedavaymış gibi her yanımız onlarla dolu? Hepimiz bu gerçeklerin farkındayız ama farkında olmadığımız şey duramıyor oluşumuz. Çünkü alıştık, alıştırdılar. Elma için tanzim satış noktasını çok yanlış anladık. İnsanlar kendi ve ülkesinin geleceği için zahmet edip gidip oy kullanmıyor ama milyarlarca TL. ile geleceğini çizmesine izin verdiği şirketin cihazından girip aynı ülkesi için dünyanın en vatansever vatandaşı gibi yazılar yazıyor. Daha popüler olmak için saçma sapan videolar çekiyor. Daha güzel olmak için estetik yaptırıyor. Daha mutlu olmak için para harcıyor. Her şey hep daha fazlası için…




Başkalarına bu denli zararlar vermek için büyük bir şirketiniz olmasına gerek yok ya da bir patron olmanıza. İnsanlık adına içinizde herhangi bir duygu yoksa tek düşündüğünüz kendi dünyanız ve sahip olmak istediklerinizse milyarlarca dolara sahip olmadan da bunu yapabilirsiniz. Ha, eğer ne münasebet hiç de öyle bir insan değilim diyorsanız çünkü kimse gerçekten kötü olduğunu kabul etmez. En azından bu yazının etkisi geçene kadar yolda gördüğünüz kedi, köpeğe mama veya süt falan verin de onlar faydalansın. Ne kurtarsak kardır.
Tüketim toplumu olduk evet o kadar ki kendimizi tüketir hale geldik. Köyde yaşadık şehre özendik, şehre taşındık organik köy kahvaltısı ettik. Küçük bir evdeydik büyük sitelere özenip taşındık, yalnız kalmak için dağa evi aradık. İnsanlardan sıkılıp asosyal olduk, sanal hesaplar açıp insanlarla konuştuk. Bir zamanlar hayal ederdik şimdilerde başkasının hayallerini gerçekleştirir olduk. Ekmedik, suçu tarlaya attık. Sözüm meclisten içeri ağalar, “bize bunu biz yaptık”.
Eskiden anlardı tok açın halinden, şimdilerde aç bile memnun halinden. Nereden geldiğimiz belli önemli olan nereye gidiyor olduğumuz. Doğruyla yanlışın savaşı her zaman devam edecek. Hangi tarafta yer alacağımız tamamen bize bağlı. Ne sen Neo’sun ne de ben Morpheus, avucumu açıp mavi mi kırmızı mı diye soracak değilim. Ama hayat seçimlerden ibaret; iyi-kötü, kırmızı-mavi, doğru-yanlış, gece-gündüz, erkek-kadın, zengin-fakir, insan-… sadece insan, sınıflandırma olmaksızın sadece insan. Dünyanın neresine giderseniz gidin, “ölmek, sterben, die, morire, mourir…” söyleniş farklılık gösterirken, karşıladığı anlam aynıdır. Yaptığı iş, serveti, yaşı, rengi, cinsiyeti ölen bir kişi için fark etmiyorsa, yaşarken neden birbirimizi bu kadar farklı yorumluyoruz? 
Siz bu sorunun cevabını biraz düşünün. Ama bilin ki;


 "İnsanlar birbirlerinden nefret ederler çünkü birbirlerinden korkarlar. birbirlerinden korkarlar çünkü birbirlerini tanımazlar. Birbirlerini tanımazlar çünkü iletişim kurmazlar. İletişim kurmazlar çünkü sistem onları sınıflara ayırmıştır."
                                                                                        Martin Luther King

Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş... 👍

    YanıtlaSil
  2. Merhaba.Oldukça kaliteli bir blogunuz var sizi takibe aldım.Zaman ayırmak isterseniz sizi de yeni açtığım blogumu takip etmeye davet ediyorum.Sağlıcakla Kalın.

    https://hepfragmanizle.blogspot.com/

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğrenecek Daha Çok Şey Var.